Author:   H. Borowski  
Posted: 21.04.2004; 16:02:28
Topic: Merhaba
Msg #: 122 (top msg in thread)
Prev/Next: 121/123
Reads: 27590

Call me İSTANBUL benİm adim

ZKM | Karlsruhe’nin Avrupa Kültür Günleri çerçevesindeki sergisidir.
18. Nisan – 08. Ağustos 2004 / Açılış
17. Nisan 2004, Saat 16.00

Bizans. Konstantinople. İstanbul. İstanbul’un yaşadığı değişimler ve dönüşümler, bir şehir adının tarih içerisinde yaşadığı değişimlerle yorumlanamayacak kadar derindir. Binbeşyüz yıldan fazla bir zaman için imparatorlukların başkenti olmuş bu şehir, batı kültürünün ideallerini yansıtan mükemmel bir planlamaya hiç uymadı. Düzenli bir şehirciliğin yazılmış kuralları hiç bir zaman, Kasımpaşa veya Tarlabaşı kadar yaşam dolu semtler yaratamazdı. Anlaşılan İstanbul bütün kuralları gözardı edip, ölçüsüzlüğü, raslantıları ve kaosu kendi planının bir parçası haline getirmiş. İstanbul’u biçimlendiren sadece meşhur anıtları ve meydanları değildir. Bu turistik yüzeyselliğin altında ve kulelerinin ötesinde bambaşka dünyalara açılmak mümkündür - dar ve mahremiyet yüklü sokaklar, arkasında hayaletlerin saklandığı gölgeler, raslantıların oluşturduğu yerler ve sapa yollara açılan kapılar. Gecelerin gizli yarıkları da, gündüzün güneş ışıkları ile yıkanmış görüntüsü gibi, İstanbul bütününün bir parçasıdır.

Her ne kadar İstanbul antik ikonların ve görselliğin şehri ise de, aynı ölçüde seslerin de şehridir –bir belirip bir kaybolan gürültüler ve öykülerin sesleri. Karlsruhe’deki bu sergi bu işitsel öyküleri eleştirel bir biçimde dinletmektedir. Kocaman bir şehrin güncelliği içerisinde yaşanılan karmaşık anlar gibi, sergi alanında da çok yönlü ve beklenmedik bir olaylar ağı kurulacak: Malzeme değişmekte... Gürültüler maddeyi emmekte... Görüntüler ve kokular, yapılar ve sesler hayvanı, insanı ve tekniği birbirine yoğurmakta...

Gel, kim olursan ol. Come whoever you are.İstanbul çağırıyor.

İstanbul, Rem Koolhaas’ın New York’u »okumasından« çok önce, çılgın kelimesini kent fantazilerinin senaryosuna yazmıştır. Merleau-Ponty, »Bizi hezeyanlardan ya da sanrılardan koruyan eleştirel yeteneklerimiz değil, mekanımızın yapısıdır.« diye yazmıştır. İstanbul’da ise böyle bir güvence yok. İstanbul’un görüntüsü ve mimarlık birbiriyle hep bağlantılı olagelmiştir. Kapıları, camileri, sarayları ve şehir duvarları ile dünyanın her yerinden ziyaretçiler çekip, yüzyıllardır tablolarda, gravürlerde haremleri ve minareleri resmedilen bu şehir, bugün gecekonduları ve mantar gibi biten apartmanları ile göç ve kökünden kopma gibi önemli güncel konulara dikkatimizi çekmektedir. Bu nedenle sergimiz Aya Sofya’nın modelini ya da Taksim Meydanı’nın tasarımını göstermek yerine, İstanbul’un nasıl işlediğini yansıtmaktadır; insanlarının ihtiyaçlarına ve problemlerine, hatalardan kaynaklanarak da olsa çözümler bulan neredeyse evrimsel bir gücün yaratıcı sanat süreci olarak... Sokakta yaşanan alım satımın çöp toplama hizmetini tamamlaması, ezanların mekanı ve zamanı belirlemesi, farklı semtlerde ve komşuluklarda yaşanan kopukluklar ve karşıtlıklar... İstanbul’un mimari çılgınlıkları bütün bunlara çözüm olarak, »planlı« bir mimariden daha uygun görünüyor. Bu şehre güç veren, işlem bozukluğunu işlevsel bir hale getirmesidir. İstanbul karşımıza kendi kendini örgütleyen otopoetik bir sistem olarak çıkıyor.

Bir şekilde İstanbul’da gelecek hep gözle görünür olmuştur. İstanbul’un, Roma İmparatorluğunun sahnesi olan Roma'nın ardından, aynı emperyal gücün en önemli merkezlerinden biri olacağı biliniyordu. Bütün kentlerin belli kültürlere ait olduğu dönemlerde İstanbul bir dünya şehriydi, şimdi, global kentlerin zamanındaysa, geleceğin, kuralları ve yapısal gelişmesi çizgi-dışı olan bir yeni şehir-alanı anlayışını vurgulamaktadır. Sergimiz kentsel güçlerin biraraya toplandığı bu yeni İstanbul ile burada yaşayıp, düşünen ve çalışan mimarlar, sanatçılar, şehir plancıları, desinatör ve araştırmacılar arasındaki yaratıcı diyaloğu yansıtmaktadır. Onların atölyelerinde ve laboratuvarlarında genişletip biçimlendirdikleri kentsel mekanın özü, düşünceye, resme, bilgiye, sese, kurguya ve metine dönüşmüştür. Bu dönüşüm geleneksel el sanatlarından, yeni teknolojilerden, yaşam kavgasından, tokgözlülük ve çılgın bir kendine güvenden kaynaklanır. Serginin ön hazırlıklarına başladığımızda İstanbul’un yüzeysel görüntüsü ile derin yapısını karşılaştırmayı düşünüyorduk. Zamanla sergimizi günümüzün İstanbul’u ve Avrupa’nın geleceği arasındaki bir çeşit şeffaf perde gibi görmeye başladık, zaman ve mekan arasında ince bir zar. Sanatın sergilendiği alan bir iletişim noktası olarak tanımlanabilir, bir an için geçmişi geleceğe, İstanbul’lu Karlsruhe’ye, Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan bir nokta.

We call you İstanbul, but what will you become?
Biz sana İstanbul diyoruz, ama ya sen, sen ne diyorsun?

Serginin adı Herman Melvilles’in meşhur romanı Moby Dick ‘in (1851) ilk cümlesinden kaynaklanıyor, »Benim adım Ismael«. Bu soru sadece İstanbul’un değil, Avrupa’nın geleceği için de anlamlı değil mi? Göç, yasadışı göçmenlik, sınıflar arası sorunlar, iletişim teknolojileri, karaborsa, gayri menkul ticaretindeki karışıklıklar, evsizlik, iş pazarındaki değişiklikler, intihar komandoları, uluslararası şirketler ve rekabet insanların yaşam anlayışını ve düzenini biçimlendiriyor. İstanbul eğer geleceğin Avrupa şehrine bir örnek ise, onun karakterize ettiği esnek ve hareketli sistemi anlamalıyız. Bu sergi İstanbul gibi bir Metapolis'in gönderdiği, Avrupa'nın geleceği ile ilgili sinyallerle bir karşılaşma sağlıyor.

Call me İstanbul
Benim adım İstanbul

Bu imkansız şehir. Bu bölünmüş şehir. Bu sırrı çözülmemiş şehir. Son ikibin yılda yüz ad değiştirdim. Bana isim vermek isteyen böylece hükmetmek isteyen her uygarlığın, dünyaya da hükmetmek istediği söylendi. İsimlerimi dinle: Ümmü’d-dünya, Deraliyye, Asitane, Dar’ül-Islam.

Dünyanın bütün nehirlerini damarlarımda, bütün dillerini dilimde taşıyorum. Boğaziçi benim dilim, Karadeniz benim bilinçsizliğim. İlk yazılı adım Licus. Antik çağ için, ben Bizanstium’dum. Yunanlılar Polis deyince, sadece ben düşünüldüm. Romalılar zamanında bir imparatorun kıyafet değiştirdiği gibi adımı değiştirdim: Augusta Antonia, Antusa, Deutera Roma, Nova Roma, Urbis Imperiosum, Megapolis, Kospoli. En meşhuru, Konstantinopolis, Romalı Imparator Konstantin’den alınma. Konstantin İ.Ö. 330’da başkent yaptı beni. Osmanlıların hakimiyeti altında Konstantiniyye oldum. Batıda Konstantinopel, Constantinopoli ve Constantinople dediler. Osmanlılar da başka isimler buldu benim için: Dersaadet. Fatih Sultan Mehmet 1453’de şehri aldığında İstanbul oldu adım. İnançlı Türkler İslambol dediler adıma - »islamın bol olduğu yer« Balkan komşularım için hala »Tzarigrat« ım, çarın şehri.

Kapılarımda durma.
Gel, kim olursan ol.
Bana seslen, benim adım İstanbul.

Metin Yazarları: Roger Conover ve Peter Weibel
Sergi Küratörleri: Roger Conover, Eda Cufer ve Peter Weibel

Sergiye zengin bir program (film, müzik, edebiyat) ve bir sempozyum (23.4 – 25.4.2004) eşlik edecektir. Serginin bir kataloğu bulunmaktadır.

Sergimiz Kulturstiftung des Bundes ve Stadt Karlsruhe tarafından desteklenmiştir.

Türkçeye çeviren: Banu Beyer

^